2 Aralık 2012 Pazar


Ayasofya'dan Çalınan Birkaç Parça Mozaik ya da Venedik'te Latin Yağmasının İzleri

Geçtiğimiz günlerde t24.com.tr'de okuduğumuza göre zavallı bir Amerikalı turist, elli küsür sene önce, Ayasofya'dan aşırdığı birkaç mozaik taşını, vicdan azabı içinde müzeye geri iade etmiş. Kadıncağız mozaik taşlarını teslim ederken "artık huzur içinde ölebilirim" demiş. Oysa aynı Ayasofya'nın üst galerisinde yatan Henricus Dandolo liderliğindeki haçlı orduları 1204 yılında bütün insanlık tarihinin görüp göreceği en büyük yağma ve soygun hareketini "din adına" gerçekleştirmiş, Selahattin Eyyubi'den Kudüs'ü geri almak için yola çıkan "inananlar" ordusu, "kafir" müslümanlar yerine ortodoks dindaşlarının başkentini yağmalamıştır. Yağmanın yanı sıra manastırlardaki rahibelere tecavüz edilmiş, Ayasofya at ahırı olarak kullanılmış, din adamları köle olarak satılmış, tüm para edecek mallar ve dini semboller batıya kaçırılmıştır.

Bu sefere katılan haçlılardan birisi olan Robert de Clari İstanbul için şu satırları kaleme almış: "Dünya kuruldu kurulalı ne İskender zamanında, ne Şarlman devrinde, ne daha önce ne daha sonra, bu kadar büyük, bu kadar zarif, bu kadar fevkalade servet ne görülmüş ne de alınmıştır. Kanaatimce dünyanın en zengin kırk şehrinde Konstantinopolis'te bulunan servet bulunmaz"

Yine bir başka tarihçi, Bizanslı Niketas şunları yazıyor: "Hıristiyan topraklarından kan dökmeden geçip gideceklerine, sadece Müslümanların üzerine yürüyeceklerine yemin edenler, Konstantinopoliste katliamların en dehşetlisini yarattılar"

Tabii bütün bu yağmalama hareketinde aslan payını Venedik aldı. Pagan ve Hıristiyan döneme ait pekçok Roma- Bizans anıtı ve rölik denilen kutsal emanetler yağmalanarak Venedik'e kaçırıldı. Şehirlerini ve yönetimlerini kutsamak için İskenderiye'den İncil yazarı Aziz Markus'un kemiklerini kaçırıp Venedik'e getiren Venedikliler, Markus'un kemiklerini muhafaza etmek için meşhur San Marko katedralini inşa etmeye başlarlar. Bir hırsızlığın anısına kurulmuş bu katedralin hemen ön cephesinde ise bir başka hırsızlığın izlerini de sürmek mümkün. İşte onlardan en bilinen birkaçı...

Barletta Heykeli

Güney İtalya'da küçük bir kasaba'da yer alan ve 5 metre büyüklüğündeki devasa bronz heykel de yine İstanbul'dan kaçırılmıştır. Kime ait olduğu tam olarak tespit edilemediği için bulunduğu kasabanın ismiyle anılan heykel, büyük bir olasılıkla İmparator 1. Konstantinus'a aitti. Ancak bazı kaynaklar bu heykelin İmparator Marcianus'a ait olduğunu iddia ediyor. Bu durumda Fatih'te Kıztaşı olarak bilinen Marsianus sütunun tepesinde yer alması gerekirdi. Ancak Kıztaşı olarak bilinen bu sutunun bu buyuklukteki bir heykeli tasimasina imkan yok! Bu heykel de Venedik'e götürülürken büyük bir olasılıkla geminin batması ve heykelin Barletta kasabasının sahiline vurması nedeniyle bu kasabaya dikilmiştir.
Barletta Heykeli

Yine Robert de Clari'ye dönersek Bukaleon Sarayının içindeki bir kilisede yer alan rölikleri şöyle sıralıyor: "Hakiki Haçtan bacak kalınlığında bir yarım kulaç uzunluğunda iki parça, Hz. İsa'nın göğsünü delen mızrağın demir ucu, ellerine ve ayaklarına çakılan iki çivi, billurdan yapılan küçük bir şişe içinde muhafaza edilen kutsal kanı, Golgotta tepesine götürüldüğü zaman üstünden çıkarılan gömlek ve sivir deniz kamışlarından yapılarak başına geçirilen takdis edilmiş taç. Hz. Meryem'in başı ile Yahya peygamberin başı ve saymaktan aciz bulunduğum daha pekçok kutsal emanet buradaydı"

Şimdi neredeler? Elbette artık burada değil, çok büyük bir olasılıkla Vatikan arşivlerindeler. Yukarıda saydıklarımızın yanında zavallı Amerikalı turistin çantasına atıverdiği birkaç parça mozaik taşının ne hükmü vardır?

 Latin Ordularının Konstaninopolis'e Girişi/ Gravür: Gustave Dore
(Sabancı Müzesi- Atlı Köşkün Girişindeki Quadriga Atı

Kaynaklar: Robert de Clari- İstanbul'un Zaptı TTK Yayınları- Ankara 1994
Niketas Khoniates- Historia- Dünya Yayınları İstanbul 2006

Tetrark Heykeli:

Adı "tetrarkia" (dörtlü yönetim) den gelen bu heykel, MS 285 yılında sınırları epeyce genişlemiş ve bu bakımdan dış tehdide daha da açık hale gelmiş Roma imparatorluğunun dörtlü bir mekanizma tarafından yönetilmesini temsil eder. Doğu ve Batı bölgeleri iki İmparator-Augustus ve onların iki yardımcısı- Sezar arasında pay edilir. Böylece barbarların Roma'ya daha fazla zarar vermeleri engellenecektir. Ancak bu yönetim şekli sadece 30 yıl devam eder ve imparator Büyük Konstantin diğer üç ortağını hıristiyan askerlerin desteğiyle saf dışı bırakır ve pagan olarak geldiği bu dünyaya hıristiyan olarak veda eder. Konstantinopoliste Mese yolu üzerinde Altınkapı (Yedikule) ile Edirnekapı ayrımında (Philedelphion) yer alan bu heykelcik de bugün San Marko kilisesinin dış cephesinde gelenleri karşılıyor. Birbirine sarılmış iki Augustus ve iki Sezar yalancı bir dayanışmanın sembolü olarak bizi selamlıyor.

San Marco Katedralindeki Tetrark Heykeli

Ayios Poliektos Sütunları:

Ayios Poliektos kilisesi Saraçhane'de Belediye binasının hemen karşı tarafında yer alan arkeolojik alanda yükselen Bizans tarihinin en görkemli kiliselerinden birisiydi. 524-527 arasında yapılmıştır. 472 de son Batı Roma imparatoru olan Olybrus’un kızı Anikia İuliana tarafından yaptırılmıştır. Annika soylu bir ailenin sanat koruyucusu kızıdır. Özellikle olağanüstü güzellikteki sütunlarıyla nam salmış bu kilisenin neredeyse tüm sütunları sökülerek yine San Marko katedralinin ön yüzeyinde birer savaş ganimeti gibi gelenleri karşılıyor. Ayrıca Barcelona Arkeoloji Müzesinde de bir tane sütunun varlığı bize bu yağmaya Katalan askerlerinin de katıldığını kanıtlıyor. Bu kilise yüzyıllar boyunca unutulup yok olmuş, ta ki 1940'lı yıllarda Atatürk bulvarı inşaatı sırasında fark edilinceye kadar! İstanbul'da cumhuriyet tarihinin en önemli arkeolojik buluşu kabul edilen bu alan ne yazık ki kaderine terkedilmiş bir umumi hela işlevi görüyor.

Ayios Polyektos sütunları- Venedik San Marco Katedrali
Bugün varolsaydı Ayios Polyektos kilisesi bu şekilde görünürdü

QUADRIGA ATLARI

 Büyük İskender'in ünlü heykeltraşı Lisippos tarafından yapılan ve üzeri tamamen altın kaplama olan bronz heykeller Bizans İmparatoru 2. Thedossius tarafından Sakız adasından söktürülerek Konstantinopolis'e getirildiği ve Hipodromun ana giriş kapıları (Cascares) üzerine diktirildiği bilinir. Heykeller gerek büyüklükleri, gerek anatomik mükemmellikleriyle çağının bir mucizesi gibiydi. Bu at heykellerinin gerisinde de bir savaş arabası (Quadriga) bulunuyordu. Mahşerin bu dört atlısının aynı zamanda dört İncil yazarını da temsil ettiği rivayet olunur. 1204 de gelen Venedik orduları ilk işleri bu dört atı sökerek Venedik'e San Marko kilisesinin girişine yerleştirmek oldu. Bugün hala bire bir replikaları alana gelenleri selamlıyor. Orijinalleri ise 1990 yılında hava şartlarından daha fazla etkilenmemeleri için katedralin içine taşınmış. 1797 yılında Venedik Cumhuriyetini tarihe gömen Napolyon bu heykelleri buradan söktürerek Paris'te kendi adına inşa ettirdiği zafer takının üzerine yerleştirtti. Ancak 1812 Waterloo yenilgisinden sonra atlar eski yerlerine yollandı. Yani Sakız adasından yola çıkan bu dört at, 2300 yıl içerisinde önce İstanbul, sonra Venedik, bir ara Paris ve en son yine Venedik rotasını izledi. Bugün bu dört attan bir tanesinin replikası Sabancı Müzesi'nin (Atlı Köşk) ana giriş kapısından gelenleri selamlıyor.
San Marco Katedralinin Ana Giriş Kapısındaki Quadriga

Yedikule

Yedikule (Brakhiolion) Kapitolü Mimarlık Kuramı / Mimarlık Tarihi

FIRAT DÜZGÜNER - Arkeolog 
7/23/2007 
İstanbul gravürlerinin pek çoğunda, ilk bakışta anlam veremediğimiz gizemli yapıların taşıdıkları sırlar, geçmişimizi araştırma adına incelemeye değerdir. Bu yolda yapılan araştırmalarda; Byzantion ve Roma dönemlerindeki toplumların tinsel ve yapısal geleneklerinde saptayabildiğimiz mimarileriyle, bunlara bağlı olarak gerçekleştirildiği bilinen, birbirleriyle örtüşük çeşitli sosyal içerikli devinim ve törenleri birleştirdiğimizde, gravürlerin büyük oranda gerçekleri yansıttığı söylenebilir. Geçmişe doğru yaptığımız yolculuklarda tespit edilebilen bu eserlerin varlıkları, günümüzde, bilim dünyası için kültürel anlamda bir kazanç oluşturmaktadır. Kuşkusuz bunların arasında en değerlilerinden ikisi, Giovanni Andrea Vavassore’nin 15. yüzyıl (1477)(1) ve burada konu edilen Peter Coeck’in 1533 tarihli yapıtlarıdır.(2)

Kapitol (Capitolium) tanımı, Roma’daki Kutsal Üçlü’yü oluşturan üç tanrı ve tanrıçadan doğmuştu. Bunlar; tanrı Zeus’la bir tutulan Iupiter(3) (Iuppiter-Jüpiter), tanrıça Athena’yla aynı kapsamda kutsanan Minerva(4) ve tanrıça Hera (Here) ile ilişkilendirilen Iuno (Juno) üçlüsüydü.(5) Bu tanrı ve tanrıçalar Roma’ya (İtalya), Herodotos’a göre(6) Batı Anadolu’daki Lydia’dan gelen Etrüsk’ler tarafından tanıtılmıştır.(7)

Tanrıça Hera, babası aslen Anadolulu olan (Kyme-Aeolis) mitograf Hesiodos tarafından yazılan “Theogonia” adlı eserde, mitolojiye sonradan katılan tipik bir Yunan tanrıçasıdır. Yani, Yunanistan yarımadasının ırk, soy, din ve dünya görüşleriyle çıkarlarını, Ege ve Anadolu’ya karşı savunup, bunu simge haline getiren bir tanrıçadır. Bu nedenle, kişiliğinde sürekli olarak kavga, kin, hınç ve geçimsiz bir Yunan karakteri oluşturmuştur. Erhat onun kişiliğini şu sözleriyle açıklığa kavuşturur: “...sevimsiz bir tanrıçadır. Bütün kusurlarıyla kadını canlandırır Hera: Dırdırcı, kıskanç, hırçın, inatçıdır, düzen kurar, ama hiçbir işi açık değildir, hasır altından su yürütür, gizli kapaklı yapar ne yaparsa, sevgi ve nefretleri hiçbir mantığa dayanmaz, silah ve yetkilerini kötüye kullanmaktan çekinmez, benzetmek gerekirse, her zaman ve özellikle zamanımızda örneklerine çok rastlanan varlıklı ve bencil burjuva kadınını simgeler”. (8)

Erhat’ın, yukarıda genel karakterleriyle çizdiği Hera portresi, kadın karakteri yanında, tipik bir Yunan portresidir. Yazarın özellikle son bölümde canlandırdığı “varlıklı ve bencil burjuva kadını” tiplemesi, tanrıçanın Roma’da “Juno Moneta” (9) olarak kutsanmasının nedenine de açıklık kazandırmaktadır. Yani Romalılar, Hera’nın yukarıdaki tüm özelliklerine ek olarak, “para düşkünlüğü”nü de onunla özdeşleştirmişlerdir. Tanrıçanın bu son özelliği, Erhat’ın yukarıdaki saptamasıyla son derece çakışıyor.

Mitolojide Uranos (Gök tanrı) ile Gaia’dan (Toprak tanrıça) olan Titan tanrıça Mnemosyne, ruhun maddeye olan üstünlüğünü sağlayan her türlü yaratıcı aklın temeli ve belleğin temsilcisidir.(10) Bize göre, Yunanistan’da akıl, zeka ve alçak gönüllüğüyle, Zeus dışındaki diğer tanrı ve tanrıçalar arasında pek rağbet bulamamış olan tanrıça, bu özellikleriyle Doğu kültürünün temsilcisidir. Atalarını ve nereden geldiğini unutmayan Anadolu halklarının temsil edildiği bu olgunun en belirgin işaretlerini, Byzantion döneminde Yedikule’de bulmak mümkündür. Byzantion’un kuruluşunda, Yedikule uç kalesi (Brakhiolion phylakterionu-propugnaculum’u)(11) Mnemosyne’yi; Ayvansaray (Blakhernai)uç kalesi yakınındaki Edirnekapı (Kharsios Pyle) ise, Zeus Hippios’u temsil etmekteydi. Her iki kapıdan doğuya doğru uzanan yol, günümüzdeki Laleli’de (Philadelphion) birleştiğinde, doğu yönünde oluşan okun ucu, Mese vasıtasıyla Büyük Saraylar’ı (to mega Palation)(12), yani kültür ve sanatın beşiğine doğru giden Mese Leophoros’u gösteriyordu.(13)

İstanbul’da Latin imparatorlar dönemine kadar, Yedikule’deki Praitorion’da (prytaneion-Prytaneium(14), Kapitol) ağırlanan Byzantion hükümdarlarının, savaşlarda kazandıkları ganimetleri, yaratıcı aklın ve belleğin temsilcisi Mnemosyne’nin huzurunda, buradaki Hazine Kulesi’ne verdikleri anlaşılmaktadır. Byzantion’un I. Constantinus (324-337) tarafından 328’de tekrar kurulmasıyla, Latin imparatorlar dönemi başlamıştır. Ancak, kentte hâlâ daha hakim olan pagan inançlar doğrultusunda, aynı gelenek bir süre daha devam etmişti. Procopius’un ifadesine göre, Altın Kapı’daki (Khryse Pyle-Porta Aurea), Meryem Kilisesi, ilk olarak I. Iustinianus (527-565) tarafından yaptırılmıştır. Pagan inançların neredeyse tamamen ortadan kalkıp Hıristiyan inancının yerleştiği bu dönemde, Byzantion’un Yedikule’deki sembolü Mnemosyne’nin varlığının yadsındığını, Theophanes’in (15) sözlerinden anlıyoruz. Tarihçi, büyük olasılıkla Iustinianus’a ait olabilecek bir zafer alayı hakkındaki anlatımında; alayın, Yedikule’nin önünde asker, sivil ve dini yetkililer tarafından görkemli bir şekilde karşılanmasını betimlemektedir. Bu tanımlamada, tanrılar ve imparator için söylenen sözler şöyleydi: “...Bize hükümdarımızı zaferle taçlandırılmış olarak geri veren Tanrı’ya şükürler olsun! Seni, Romalılar’ın imparatorunu yücelten Tanrı’ya şükürler olsun! Size, Kutsal Üçlü’ye şükürler olsun...” (16)

Yaşadığı dönem kapsamında, Theophanes’in imparator I. Iustinianus’tan bahsettiğinden kuşku yoktur. Halkın, İmparatoru karşılaması sırasındaki haykırışlarında adı geçen “Kutsal Üçlü” nidaları, kentte varlığını hâlâ devam ettiren yenilenmiş pagan inançların bir göstergesi olmalıdır. Yedikule’de artık Mnemosyne’nin değil Iuno Moneta’nın, yani aklın ve alçak gönüllülüğün değil, paranın adı geçmektedir. Bize göre bu olay, amacı ekonomiden başka bir şey olmayan Batı ve ona ayak uydurmaya çalışan günümüz diğer kültürlerinin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Mansel ve Erhat’ın, ucu Hindistan’a kadar varan Anadolu, Mezopotamya ve Doğu kökenli dediği(17) diğer hiçbir tanrı ya da tanrıça, Hera’nın yukarıdaki özelliklerini taşımaya uygun değildir. Erhat’ın yaptığı saptama, Batı’nın maddeye verdiği önemin miladi başlangıcı gibidir. Doğu’yla Batı arasındaki bu farklılık, yakın zamanlara kadar bozulmadan korunmuş, ancak son zamanlarda Batı’nın yoğun etkisiyle, Doğu kültürlerinde de oldukça büyük değişimler görülmeye başlanmıştır.

Bu çerçevede, aynı anlamda olmasa da, Roma’da “Kutsal Üçlü” olarak anılan tanrı ve tanrıçaların kökeninin Anadolu olduğu açıktır. Günümüzde de olduğu gibi, özellikle Antik dönemlerdeki tinsel inançların gösterdiği devinim içersinde, kökenlerine ne denli bağlı oldukları göz önüne alınırsa, bu inancın kaynağının Anadolu olduğu ortadadır. Bu nedenle, Anadolu Karya (Karia) kökenli olduğu kuşkusuz olan Byzas ve onun kurduğu Byzantion da, bu inanç birliğinden ayrıcalıklı tutulamaz.(18)

Roma Altın Milion’u (Miliarium Aureum), Umbilicus Urbis Romae’da (Roma şehrinin göbeği), Forum Romanum’da yer almakta ve imparatorluğa yayılan tüm yolların ana merkezini oluşturmaktaydı. Forumda yer alan kutsal üçlüye ait Capitol ve Iuno Moneta tapınaklarının birbirlerine olan yakınlığı dikkat çekicidir. Kapitol üçlüsünde, Iupiter ve Minerva’nın yanında Iuno Moneta da yer alıyordu.(19) Burada, tanrıçanın tapınağının yanındaki darphane hatırlanacak olunursa, Byzantion ve Geç Roma’nın pagan, Constantinopolis’in Hıristiyan dönemlerindeki inançları yanında, Osmanlı döneminde, Yedikule’deki 9 numaralı hazine kulesinin, bizler için ne anlam taşıdığı ortadadır.

Peter Coeck’in 1533 tarihli İstanbul gravürü: A= Eski Kent (Akropolis- Byzantion); B= Sol üstte, Yedikule içinde gösterilen yuvarlak (tholos)planlı yapı (praitorion, Brakhiolion Kapitolü, Kiklobion, Strongilon ya da Genikon. Beyaz kare içinde gösterilmiş)C== Ayvansaray(Blakhernai- Petrus Gyllius, İstanbul’un Tarihi Eserleri’nden alıntı).
.

Gyllius’un da değindiği gibi, Iuno Moneta’nın Roma’daki tapınağının yanında, İÖ. 3. yüzyılda kurulu olan darphanenin varlığı, Constantinopolis’te, Yedikule’deki hazine binasından önce, bir darphanenin bulunduğu savını kuvvetlendirici veriler olarak ileri sürülebilir görünmektedir.(20) Gyllius bu konuda şöyle söylüyor: “Suda, saç kesiminde kullanılan makas biçimindeki bir tonozun tunçtan bir Iuno heykeli taşıdığını söyler ancak yerini belirtmez”.(21) Bize göre bu ifade, olasılıkla Byzantion döneminden beri Yedikulede bulunan darphanenin varlığının kanıtıdır. Yani Iuno heykeli, Byzantion’dan kalan tonoza sonradan konmuştur.

Vavassore ve Coeck’in gravürlerinde, uç kalenin içinde görülen yuvarlak (tholos) planlı abidevi yapı, Constantinopolis’e Byzantion’dan miras kalan Praitorion’u hatırlatmaktadır. Tauros’ta (Forum Theodosii-Forum Tauri), Theodosius (408-450) tarafından inşa ettiirilen Theodosius Basilicası (Capitolium), I. Leon döneminde (457-474), 465’te çıkan bir yangın sonucu yanmıştır. Müller-Wiener’e göre Kapitol, yangın sonrası tamamen yıkılmış ve yeniden yaptırılmıştı.(22)

Theophanes: “....Seni, Romalılar’ın imparatorunu yücelten Tanrı’ya şükürler olsun! Size, Kutsal Üçlü’ye şükürler olsun....” derken Altın Kapı’da yukarıda adları geçen Kutsal Üçlü’nün, kazanılan zafer sonrasında kutsanmasıyla ilgili olarak söylendiği anlaşılan sözlerin, buradaki Kapitol’ün varlığını güçlendirir bir kanıt olduğundan kuşku duyulamaz. Bu bağlamda, Byzantion’dan kalan Yedikule Praitorionu’nun, Constantinus döneminde Kapitol’e dönüştürülmüş olması olasıdır.

Kuban’ın: “Hebdomon yolu üzerinde Kiklobion ya da Strongilon diye anılan dairesel planlı bir kale vardı (bugünkü Zeytinburnu olarak saptanmıştır).(23) Trakya’ya doğru Hebdomon’dan sonraki ilk yer Region’du. Procopius, I. Iustinianos’un yaptırdığı bu yolu şöyle tanımlar”dediği satırlarında, bu kez Procopius’un anlatısına yer vermektedir. Procopius, tabanı düzgün taş bloklarla kaplı olan Via Egnetia anlatımının hemen başında: “Kentin dışında, biçiminden dolayı Strongilon (yuvarlak) denilen bir kule var. Bu noktada Region’a giden yolun büyük bölümü düzensizdi...”(24) demektedir. Bu bağlamdaki gravür örneklerinde, Yedikule uç kalesinin içinde gördüğümüz, tholos planında tasvir edilmiş yapıdan bahsedildiği açıktır.

Procoopius’un, “kentin dışında” şeklindeki betimlemesinden, kitabındaki anlatım planı çerçevesinde, Yedikule ve Ayvansaray (Blakhernai) uç kaleleri batı surlarınınn, kentin dış surları olarak kabul görmediği,(25) bu nedenle Kiklobion ya da Strongilon denilen dairesel planlı yapıyı, Yedikule’nin içinde yer almasına karşın, yine de kentin dışında tanımladığı açıktır.(26) Yazarın, benzer bir tanımlamayı, Iustinianus’un Sarayburnu’nda (Bosporos Akra) yaptırdığı gezinti alanı (aule-avlu) için de vurguladığı ve burasını da “kent dışı” olarak tanımladığı bilinmektedir.(27)

Forum Theodosii, I. Theodosius (379-395) döneminde şekil bulmaya başlamış, forumda yer alan Basilica Theodosii (Kapitol-Capitolium), bu dönemde inşa edilmiştir. Yedikule’nin, Constantinopolis’in diğer uç kaleleri gibi Byzantion Dönemi’nden beri var olduğu göz önüne alındığında, kentte Theodosius Capitoliumu’ndan önce (324-379 arası) bir kapitolün bulunmaması, kuşkuyla karşılanmalıdır.

Bu çerçevede, her iki gravürde de, Yedikule uç kalesinin içinde görülen yuvarlak (tholos) planlı Kiklobion ya da Strongilon adlı yapının, imparatorların kazanılan zaferin ardından, henüz kente girmeden önce,(28) ordu komutanları ve senato üyeleriyle toplantı yapıp onlara bilgi verdiği, dinlendiği, altın, gümüş ve değerli taşlardan oluşan savaş ganimetlerinin hazine kulesine alındığı, “kutsal üçlü” ile ilgili olarak Kapitol Üçlüsü’nden Iupiter adına tanzim olunan Capitolinus oyunları ya da şenliklerinin(29) yapıldığı “Kapitol” binası olduğu anlaşılmaktadır.

Fig.2: Adını olasılıkla, planındaki beş kollu biçimi nedeniyle, deniz yıldızlarının kurtçuk şekli ola Brachiolaria’ya olan benzeşiminden alan Brakhiolion’daki phylakterion’u. Procopius’un Khryse Pyle’de olduğundan bahsettiği, Osmanlı Dönemi’nde Sultan Mehmed (Fatih) tarafından restore ettirilerek yeniden ayağa kaldırıldığı anlaşılan muhkem iç kale : Theodosius kara surları (siyah), Palaiologoslar Dönemi’ne ait olanlar (çapraz taranmış); Kule A= barut Kulesi; B= Esir (Zindan) Kulesi; C= Kızlar Kulesi; D=Kule 8, Küçük Kule; E= Kule 9, Hazine Kulesi; F= Kule 10, Cebehane Kulesi; G=Kule 11, Pastırma Kulesi; H= Peribolos; I= Ayazma; J= Kilise kompleksine ait yapı; K=Iustinianus’un yaptırdığı Meryem Kilisesi; L= Temenos(30)M= Brakhiolion Kapitolü’nün olası restitüsyonu; N= Via Egnetia. O= Mese, Ö. 1:1000 (Ana mekân planı Müller-Wiener’den alıntıdır).
.



















Kuban, Niketas Honiates’ten yaptığı bir alıntıda, İsaakios II. Angelos’un inşa etkinliklerine değinirken: “...sahil boyunca uzun süredir terk edilmiş olan çok sayıda kilisenin yanı sıra, İmparatorluk Kenti’nde bugüne kadar temelleri görünen ve yanından geçenlere üzüntü veren pek çok ünlü yapıyı yıktırmıştır; bunların arasında bütünüyle tuğladan yapılmış çok güzel bir yapı olan Genikon da (kamu hazinesi) vardır...”(31) demekte ve Niketas’ın, büyük olasılıkla Basilica Theodosii’nin inşasından sonra eski önemini yitirmiş olabilecek Brakhiolion Kapitolü’nden bahsetmiş olduğu, ortadadır. Bu durumda, buradaki kapitol binasının, Genikon (kamu hazine binası) adı altındaki yıkım tarihi, İsaakios II. Angelos dönemine yani 1185-1195 arasına rastlamaktadır.

Kentin en önemli yapıları yanında, Altın Kapı’da yer alan Meryem Kilisesi’ne ait yapılarla, buradaki kutsal alanın (temenos) varlığı, dikkatlerden kaçmamaktadır. Procopius’un burayı “uç kale” olarak tanımlaması, Yedikule’nin daha Byzantion döneminden itibaren etrafı surla çevrilmiş, korunaklı bir kutsal alan oluşturduğunun kanıtıdır. Bu nedenle, Meryem Kilisesi’nin, pagan dönemin ardından artan Hıristiyanlık inançları doğrultusunda, Iustinianus döneminde, Altın Kapı’yla praitorion (Kapitol) arasındaki boş alanda, olasılıkla burada eskiden yer almış olabilecek başkaca pagan yapıların yıkılması sonucunda inşa edildiği, ileri sürülebilir görünmektedir.

Bu bağlamda, Altın Kapı Kapitolü’nün, Meryem Kilisesi’nin inşası sırasında henüz kullanılabilir durumda olduğu ve bu nedenle de yıkılmasının düşünülmediği sonucuna varmak mümkündür.

Kuban Naima’dan yaptığı bir alıntıda: “Fatma Sultan’ın düğün şenlikleri sırasında hamallar, Darphane’de üretilen nahılları(32) Eski Saray’a nakledebilmek amacıyla, eski Tauri Forumu’nu kaplayan bütün evlerin dışarı çıkıntı yapan balkonlarını ve saçaklıklarını yıkmışlardı”(33)demektedir. Burada adı geçen “Nahıl” bizlere, büyük bir olasılıkla Anadolu İon ve Yunan kültürlerinde, Dionysos ayinlerinde kullanılan thyrsos’u(34) hatırlatmaktadır. Bize göre Nahıl, Osmanlı’ya Yunanlılardan değil, kökeni Uzak Doğu’ya dayalı, islam öncesi Antik Asya ve Anadolu halklarından miras kalan bir gelenektir.

1509 tarihli vakfiyelerde “Sultan Fatma Hatun el-Murafe bi Sofu Sultan” olarak geçen II. Bayezid’in kızı Fatma Sultan’ın Mustafa Paşa ile olan evliliği, 1489 tarihindedir.(35) Dolayısıyla, düğündeki nahılların yeni Darphane’den Eski Saray’a nakil tarihi birbirini tutmaktadır. Ancak, Constantinopolis’in fetih tarihi olan 1453’ten, Sırmakeş Hanı’nın 1475’deki inşa tarihine kadar geçen yirmi iki yıllık bir sürede, Osmanlı darphanesi hakkında bilgi mevcut değildir.

İnciciyan: “Fatih Sultan Mehmed, 1458 senesinde Altınkapı’yı kapatmış ve iç kısmı surla çevirip, hazinenin muhafaza yeri olarak bugünkü kaleyi vücuda getirmiştir” demektedir.(36) Yedikule’nin Byzantion döneminden beri bir uç kale, yani etrafının berkitilmiş duvarlarla çevrilmiş olduğu bilinmektedir. Osmanlı döneminde genel anlamda “Ehmedek”(37) olarak adlandırılan Yedikule uç kalesi’nin planı göz önüne alındığında, yapısının beş kollu deniz yıldızı biçiminde olduğu görülmektedir. Bölgenin İonca kökenli Brakhiolion(38) adı, yapının planının deniz yıldızlarının kurtçuk şekli olan brakhiolaria’dan (brachiolaria)(39) geldiğini anımsatmaktadır. Dolayısıyla, tamamı yeniden Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmış olsa da, Ehmedek’in Byzantion döneminden kalan temeller üzerine inşa edilmiş olabileceğinden kuşku duyulmamalıdır.(40)

Sonuç
Yedikule uç kalesinin, Theodosius surlarının yapımı, ve kentin Fatih Sultan Mehmed tarafından 1453 yılındaki fethinin ardından gördüğü tamir, restorasyon ya da aynı temeller üzerinde yeniden yapılanma gibi çeşitli tadilatlardan geçtiği açıktır. Gyllius, “Herodianos’un tanıklığına göre” diyerek başladığı tanımlamasında şöyle demektedir: “... Byzantion surlarında taşların birleşme noktaları o kadar incedir ki surlar bileşik duvar örgüsüyle değil, tek bir taşla yapılmış gözükür”.(41) Bu durumu, özellikle Altın Kapı ve bunun çevre duvarlarında görülen izlerden anlamak mümkündür.(42) Günümüzde, sur temellerinde yapılabilecek küçük bir sondajın, Yedikule’nin ilk inşa tarihinin saptanması yolunda, duruma açıklık kazandıracağı kanısındayız.

Anadolu İon ve Yunan mimarisinde, praitorion denilen yapıların yuvarlak plan oluşturdukları bilinmektedir. Bu nedenle praitorion’un başlangıçta, kentin ileri gelenleriyle, kente gelen önemli misafirler için aynı kapsamda kullanılmış ve Eski Roma’yı İstanbul’da tekrar yaratma çabasına giren Constantinus tarafından, Kapitol’e dönüştürülmüş olması olasıdır.

Uç kalede, kuzeydoğu kent kapısına yakın bir yerde olduğu anlaşılan Byzantion Kapitolü’nün, artık ayakta duramayacak hale geldiği İsaakios II. Angelos dönemine, yani 1185-1195 tarihlerine kadar yıkılmasına karar verilmemesi, olasılıkla, içindeki tanrı ve tanrıça heykelleriyle ne denli görkemli bir yapı olduğunun yanında, çok uzun bir zaman diliminde kullanıldığının da kanıtıdır. Roma ve Tivoli’deki Vesta tapınakları, ya da tepesinde “tanrının gözü-oculus” denen bir açıklığı olan Pantheon’a (Panteon) benzer yuvarlak planlı yapının, yaklaşık sekiz yüz yıl içerisinde çeşitli tadilat ve restorasyonlardan geçtiği açıktır.(43)

Iustinianus’un, Altın Kapı’ya bitişik Meryem Kilisesi’ni yaptırmadan önce, hükümdar ve imparatorların bu kapıdan geçtikten sonra, görkemli bir karşılanma ve dinlenmeye fırsat bulmadan, kuru bir bahçeden geçerek, Via Egnetia’dan Mese Leophoros yoluyla Büyük Saraylar’a ulaştıkları düşünülemez. Savaş sonrası, imparatorların Brakhiolion’da geçirdikleri süre, savaştan ne zaman döneceği belli olmayan imparator için, Meseleophoros ve to mega palation’da yapılacak zafer karşılaması için, gerekli hazırlıklara da süre tanımak için bir fırsat oluşturmuş olmalıdır. Procopius’un bu görkemli yapının adından bahsetmemesi, yazarın, kentte yalnızca Iustinianus tarafından inşa edilen yapılar çerçevesinde, kendisine çizdiği anlatım planının sınırlarını aşma çekincesinden ileri gelmiştir.

Constantinus’tan İsaakios II. Angelos’a kadarki Latin imparatorlarının tamamının, inşa ettirdikleri yapılar arasında, Altın Kapı Kapitolü’nün adına hiç değinilmemiş olması, tuğla inşaat tekniğindeki yapının, büyük olasılıkla Geç Byzantion döneminden kaldığının en belirgin kanıtıdır. Yoksa, Bizans tarihçilerinin yapıyı inşa eden imparatordan görkemli övgülerle söz edeceklerinden kuşku duyulamaz. Yedikule Kapitolü’nün, Theodosius Capitoliumu’nun inşasından sonra, eski önemini yitirdiği anlaşılmaktadır. Kapitol niteliğinin iptalinden sonra yapının önce, savaş ya da dış seyahatlerden dönen imparatorların karşılanma ve istirahat yeri, daha sonra da hazine dairesi olarak kullanılmış olabileceği, şimdilik notuyla birlikte, ileri sürülebilir görünmektedir.